MEME KANSERİ TARİHİ
İnsanlık tarihinde en fazla önem atf edilmiş sıvı anne sütüdür. İsa’nın kanı, Meryem’in göz yaşları ve anne sütü tarihler boyunca kutsal sayılan sıvılar olmuştur. Tarih boyunca memeye çok önem atf edilmiş, büyük memeler bolluğun, bereketin ve doğurganlığın sembolü olmuşlardır. Artemis heykelciğinde birden fazla sayıda meme olması hayatın kaynağının meme ve süt olduğunu ortaya koymaktadır.
Meme kanseri tarihler boyunca cerrahların ilgisini çekmiştir. Kanser latince yengeç sözcüğünden türemiştir. Hastalığın bir yengecin ayakları gibi her yere yayılma özelliğinden kanser yani yengeç ismi verilmiştir. Meme kanseri hala günümüzde en çok korkulan hastalıklardan biri olmaya devam etmektedir.
İsa’ dan 2500-3000 yıl öncesine ait olduğuna ianılan Smith Cerrahi papirusları meme kanseri ile ilgili bilinen ilk bilgileridir. Erkekte ilk olarak tarif edilen, klinik bulguları ortaya konulan bu kanser türünün o dönemde sonuç olarak tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olduğu bildirilmiştir. 1. yüzyılda Celsus De Medicina’da, 2. yüzyılda da Galen temel olarak erken yakalanan meme kanserleri dışında tedavinin olmadığını belirtmişlerdir. Aslında erken tanının önemine 2000 yıl önce, o dönemin bilim adamları ellerindeki kısıtlı imkanlara rağmen değinmişler ve meme kanserinde erken tanının önemini vurgulamışlardır.
Tıbbın Galenic sistemide meme kanserinin aslında siyah safranın birikmesi sonucu oluştuğu ve sistemik olduğu iddia edilmiş. 18. yüzyılda ise aslında meme kanserinin sistemik bir hastalık değil lokal bir hastalık olduğu düşünülerek cerrahi tedavinin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılda Middlesex Hastanesinden Moorememe kanserinde tüm memenin eksizyonu (çıkarılması)ve ele gelen koltuk altı kitlelerinin çıkarılmasına başlamıştır. 1894 yılında Halsted ve Meyer kendi yaptıkları ilk vakaların sonuçlarını yayınlamışlarıdır. Bu sonuçlar sonrası Halstedian dönem başlamıştır. Halsted’e göre meme kanseri sadece bir yerde ortaya çıkan, lokal bir kanserdi. Tüm meme dokuları, komşu kaslar ve koltuk altının tamamen temizlenmesi meme kanserinin tek tedavi yöntemi olarak kabul edildi. Böylece Radikal Mastektomi tekniği doğdu.
1948 yılında yine Middlesex Hastanesinden Patey ve Dyson ‘’Kanser hücrelerini yok edecek kemoterapötik ajanlar bulunana kadar bu hastaların cerrahi ile dahi çok yaşamalarının mümkün olmadığı’’ fikri ile Radikal Mastektomi gibi ağır ve ciddi hasarlar oluşturan bir cerrahi yöntem yerine Modifiye Radikal Mastektomi yönteminin uygulanmasının daha iyi olacağını vurgulamışlar. 1970 yılında Fisher tarafından yapılan NSABP B-04 çalışmasının sonuçları radikal mastektominin sağ kalım üzerine etkisinin modifiye radikal mastektomiden daha fazla olmadığını ispat etmesi üzerine 1970 lerden sonra da Modifiye Radikal mastektomi altın standart cerrahi yöntem halini almıştır. Bu çalışma ile birlikte Fisher’in yeniden ‘’ Meme kanserinin lokal bir hastalık değil sistemik bir hastalık olduğunu’’ ispatlaması ile meme kanserinde yeni bir döneme girilmiştir.
1980’lerden sonra Umberto Veronesi meme kanserinde minimal invaziv yaklaşım felsefesini benimsemiştir. Yaptığı çalışmalar da Fisher’in sistemik hastalık teoremini desteklemiştir. Böylece bir zamanlar hemen cerrahi yöntem ile ortadan kaldırılması gereken meme dokusu, korunmaya başlanmış, meme koruyucu teknikler geliştirilmiştir. İsa’nın kanı, Meryem’in gözyaşları kadar değerli olan süt salgılayan bir organın korunması amaçlanmıştır. Gelişen farmakolojik ajanlar, radyoterapi yöntemleri ile beraber artık meme kanserinde meme koruyucu cerrahi dönemi yani minimal invaziv yöntemler ile maksimal kazanımların olduğu döneme girilmiştir.